TEK KELİMEYLE “ADAM” DİYE İSİMLENDİRDİĞİMİZ İNSANLAR

(Bu paragrafın başlıkla alakası yoktur, sadece birkaç hususa değinmek istiyorum. İsterseniz burayı atlayabilirsiniz.) Geçen sefer ki yazıma olumlu ve olumsuz birçok eleştiri aldım. Görüşü ne olursa olsun benimle fikirlerini paylaşan herkese teşekkür ederim. Bu yazıyı kaleme almamda bana fikir veren anneme de selam olsun. [“Oğlum bir de iyi insanları yaz.” demişti.]

  Hayatımızda birçok insanla karşılaşırız. Kimisini hiç hatırlamak istemeyiz, kimisini de unutmak. Hatta bu iki uç noktada olanlara özel isimler bile vermişizdir. [bkz: yoldaş, derttaş, adam vb.] Başlıktan da anlaşıldığı gibi ikinci grupta olup “ADAM” diye isimlendirilenlere değinmek istiyorum. “ADAM” `dan kastettiğim sadece bir cinsiyet veya bir ırk değildir. O isim yakışan her şeydir. Ama burada insan olanlardan bahsetmek istiyorum. Öncelikle “ADAM” kelimesi sözlükte;   “İyi yetişmiş, güvenilir, naz çeken, söz dinleyen ve birinin yararlandığı kimse” olarak geçmekte. Bunların hepsi doğru, ama zoruma giden en sonuncusu oldu. Sözlük ne de güzel özetlemiş.

Zaten iyi insanları zor buluyoruz. Onlardan da yararlanmaya çalışıyoruz. Biz değil miydik, düzgün insan arayan, dertlerimizi çözen birisini bulmak isteyen veya halimizden anlamasını beklediğimiz insanlarla tanışmak isteyen? Peki ne oldu da bu insanlara saygısızlık eder olduk. Herhalde söyledikleri zorumuza gitti, dayanamadık gerçeklerle yüzleşmekten. Doğru söyleyen dokuz köyden kovulurmuş ya, biz öyle de yapmadık yanımızda gezdirdik.

Böyle insanlarla tanışmamız çoğunlukla sıkıntıdayken veya dertliyken olur. Bir anda çıkıp gelirler ve düştüğümüz kuyuya bir ip uzatırlar. Bizde ipten tutunur yukarı çıkarız. Hemen eline ayağına sarılır ve teşekkürlerimizi sunarız. Belirli bir süre sözlerinden çıkmaz, söylediği her sözü benimser ve yaşamaya çalışırız. Bilgedir bizim gözümüzde, belki de daha önce hep karşılaşmak istediğimiz ama bir türlü karşılaşamadığımız “O” kişidir. Ama bu hal fazla sürmez. Gerçekler canımızı acıtır ilk başta. Ayrılmak isteriz ama ayrılamayız. Sıkıntımızdan ve derdimizden bir O anlıyordur çünkü.

Sinir olma evresindeyse artık o biricik insanı kırmaya ve laflarını yarıda kesip atmaya başlarız. Her ne kadar onları sustursak da bir daha hiçbir zaman konuşturamayacağımızı belki de anlamayız. Susar, susar ve susarlar. Bizi sadece sessizlikle baş başa bırakırlar. Ancak bu durumu fark ettiğimiz de bu durumu düzeltemeyeceğimizi de anlarız. Ama nafile! O bizim sahilimizden çoktan uzaklaşmaya başlamıştır bile. Bize sadece gidişini izlemek kalır.

Ulan zaten adam birisine zar zor güvenmiş, o güvendiği adam da onu yarı yolda bırakmış. 
N`apsın bu adam! Ne demiştik, giderler ama bir daha gelmezler. Hem eskisi gibi de konuşmazlar artık. “Bilmem.” der ve susarlar. Eskisi gibi dertte dinlemezler hem. Zaten sizin de anlatasınız kalmamıştır. Gözlerinden anlarsınız ne demek istediklerini. Sökerler bir tarafınızı, öyle giderler. Aslında onların sıkıntılarını hafiflettiğini o zaman anlarsınız. Sizi dert bataklığından çıkaran kişinin o olduğunu.

Peki, ama ya dertler geri dönerse ne yaparım ben, dersiniz. Ben söyleyeyim, dertler gelir ama onlar gelmez… Sizi bu sefer yalnız bırakırlar. Ve siz battıkça batarsınız. Ve “Her şey bir yana ama O insanı nasıl bıraktım.” dersiniz. Var mı şu dünya da kalp kırmaktan daha felaket bir şey?

Sonuç olarak, gerçekten böyle insanları kazanmakta kaybetmekte zor. Hayatta çok az karşılaşacağımız bu üç beş insanı çok sevmeliyiz. Ve gösterdiği gerçekleri göz ardı etmemeliyiz. Kırılgandır böyle kişiler. Belli etmezler, ama öyledirler. Şu hayatta dert paylaştığımız ve dertlerine ortak olduğumuz kaç kişi kaldı. Hiç yoktan, elimizdekilere sahip çıkmalıyız...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ZERMEKTUP - KUTLU YALNIZLIK

ZERMEKTUP - SERÇE

BÜYÜK İNSANLAR KÜÇÜK DERTLER